27 Aralık 2010

"Birkaç kendini bilmez" dedikçe...

Bugün Florya Metin Oktay tesislerinde sırtında Metin Oktay'ın 10 numaralı formaları olan insanlar sırf Fenerbahçe'li diye 15-16 yaşındaki çocuklarımıza tekme tokat saldırdılar... Büyük futbolcu rahmetli Metin Oktay'ın da kemiklerini sızlattılar...

Bu olayların yaşandığı yer koskoca Galatasaray Kulübünün tesisleri. Ancak görülüyor ki 17 yaşındaki çocuklarımızı koruyamayacak kadar acz içinde kalmışlar...

Olaylardan sonra resmi sitelerinden şaka gibi geçmiş olsun dileklerini iletmişler... Hayır efendim, geçmiş olsun diyemezsiniz. Sizin sorumluluk alanınızda gerçekleşen bu iğrenç olaylardan sonra ancak özür dileyebilirsiniz...

Futbolda şiddet konusunu araştıran ey meclis üyeleri; görüntüler ortada, bir linç girişimine dönüşmesi an meselesi olan olaya karışanlar da ortada ve olayların önüne geçemeyen sorumluları da belli. Bu konunun sonuna kadar takipçisi olup, sorumluları cezalandırıp eyleme karışanları içeri tıkamayacaksanız sporda şiddeti bitirmekten kimse bahsetmesin...

Yaşananları tüm kamuoyu ibretle izlerken aklıma şu geliyor. Bu saldırı Galatarasaray'ın son 10 senede tüm branşlarda Fenerbahçe'ye karşı spor kulübü rekabetinde çok geride kalmışlığının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor... Belli ki Fenerbahçe'nin adının birçok spor branşında çok fazla ön plana çıkması birilerinin sinirlerini geriyor. Ancak kendi içinde bile gittikçe strese giren camia'nın ezeli rakibinin olduğu her platformda onun sarı lacivert çubuklusuna küçük çocuklarda bile tahammül edemeyişinin bundan başka mantıklı bir açıklamasını bulmak çok zor...

Bu saldırıların her geçen gün büyüdüğüne şahit oluyoruz. Gerek stadlarda gerekse salonlarda ve hatta havuzlarda dahi...

Umarım bu sefer birileri çıkıpta “kendini bilmez birkaç kişi”nin yaptığı demez. Rengi ne olursa olsun...

22 Aralık 2010

Kocaman fırsatlar bir bir kaçıyor

Bir yanda üst üste tarihi zaferler yazan arma’nın gururu Sarı Melekler bir tarafta 30 yıldır alınamayan kupaya karşı tüm hissiyatını ve ruhunu kaybetmiş sorumsuz teknik yönetim ve futbolcular...

Oysa biz sanmıştık ki saat 16:00’dan sonra dünyanın bir ucundan gelen zaferle birlikte, hafta sonunda ki, kötü futbol’un ve kupaya mağlup başlamış olmanın affı ile coşacaktı sarı lacivert kramponlar ve taraftarı da coşturacaktı...

Fakat ilk su koyveren teknik direktör Aykut Kocaman oldu çıkarttığı kadroyla... Tamam kupa maçlarında rotasyon olur, kabul. Ama bu takımın 3 gün sonra maçı mı var hocam ? Bu takım kupaya mağlubiyetle başlamadı mı ? Bu maçın öneminin farkında değilmisin hocam, bu şartlarda sahaya en kabul edilebilir kadroyla çıkmak zorunda değilmisin hocam ? Başka maç kalmamış, bu maçtan sonra tatil var, oyuncularına “sıkın dişinizi” deyip en iyi kadroyu neden sürmezsin sahaya...

Nedir bu Christian takıntın hocam ? Christian’dan Alex yaratma sevdası nedir ? Alex’in olmadığı bir kadroda 3 ön libero’lu sistemle mi çıkacaksın Bucaspor karşısına... O en güvendiğin Christian ilk 15 dakika da bir türlü “Alex olamayınca” devamlı geri çekilip durdu ve genç Gökay’ı öne sürdün bu sefer. Çocuk her yere yetişmeye çalıştı ama bakıyorsun orta alanda bir tane top tutan, rakibi ısıran oyuncun yok. Nerde Alex, nerde Topuz, nerde Emre, nerde Alex, nerde Volkan... Bir ara tuttun Gökay’ı sola da koydun... Tüm bunlar yetmedi ilk yarıyı 2-1 mağlup kapatmana rağmen, kadromdan ve oyundan memnunum mesajı verip ikinci yarıya da aynı 11’le başladın... 

İçinde en küçük Fenerbahçe heyecanı olan bir adam bile dün akşam oynanan oyuna çok az da olsa bir tepki verir be hocam. Sen takımın yöneticisisin. Hocasısın. Kulübeden çıkıp oyuncularına bir tepki ver, hata yapana bir bağır, bir silkelen hocam. Hata yapan oyuncuna “ne oluyoruz beyler” diye bir bağır hocam... Kanın çekilmiş gibi durma kulübede... Ve artık dünya yansa umrunda olmayan futbolcularından özellikle Christian ve Santos’dan birşey bekleme hocam...

Zor bir hal almaya başladı Saracoğlu’nda maç seyretmek. Gittikçe tribünlerin sesi yükselmeye başlıyor. Bunu görmek gerek, buna mahal vermemek gerek. Liderler böyle zamanlarda belli olur. Tribünler ilk başta futbolcuya tepki koyar en sonunda hocaya... Sen; ben yaşındakilerin duvarlarına posterlerini astığı bir efsanesin hocam... Layık olduğun gibi Fenerbahçe’de kal ama gerçekleri de lütfen gör... Şartlar ne olursa olsun içinde aşkını ruhunu hırsını kaybetmiş kim varsa, sen dahil izin verme buna. Ya bir yol bul ya bir yol aç hocam...

Kocaman fırsatlar bir bir kaçıyor... Önce Mayıs’da Şampiyonluk kaçtı, sonra Şampiyonlar Ligi ve Avrupa. Şimdi Kupa’da gidiyor. Ligde 9 puan fark var ve pamuk ipliğine bağlıyız... Tribünlerin hissettiklerini gözardı etmesin kimse...

Son sözüm yeşil forma’ya ; Yeşil forma yapmak değil mesele, mesele o armanın içine layık oyuncuları Fenerbahçe’li yapmak...

18 Aralık 2010

Varsa Alex'den daha iyisi konuşun, yoksa lütfen artık susun

Psikolojik açıdan zor bir maça çıktı Sarı Kanarya. Kadıköy'de hiç maç kaybetmeyen Fenerbahçe deplasmanda da kazanamayınca Trabzon'dan 12 Bursaspor'dan da 7 puan geride başladı oyuna... Aykut Hoca Christian sevdasından vazgeçmeyince Dia, Stoch, Niang, Alex dörtlüsünü yine aynı anda oyunda göremedik. Emre'nin yokluğunda genç Gökay'a forma vermek ne kadar cesur bir hamleyse Kadıköy'de bu dörtlüyü aynı anda Anadolu'nun düşük kalibre takımları karşısına koyamamakta oldukça korkak bir hamleydi...

Geçen hafta çok gereksiz bir mağlubiyet aldığında Fenerbahçe, aslında çok iyi oynadığını söyleyen insanlar vardı çevremizde. Şimdi onları merak ediyorum bu kadar iyi oynayan Fenerbahçe bize neden pamuk ipliğinde bir 90 dakika seyrettirdi acaba ? Yine beğendiler mi ? Ya da soruyu tersten soralım. Bu kadar beğendikleri Fenerbahçe Kaptan'ın o güzel frikiği olmasaydı 11 puan farkla devreye girseydi ne yapacaklardı ?

Hoca'ya bakıyorsun bilindik hamleleri tekrarlıyor. Karabük maçında herkes Stoch Selçuk değişikliği yaptığında alkışlamıştı ben eleştirmiştim oysa. Şimdi de Dia Stoch değişikliği yaptı. Oysa Sivas'ın geldiği falan yok, bu kadar rakibi geride karşılamak rakipten bu kadar çekinmek niye hocam ?

Evet top Fenerbahçe'de devamlı. Geçen hafta da böyleydi. Bu yüzden Fenerbahçe iyi gözüküyor birilerine. Ama o kadar yavaş bir takımız ki, rakip ceza alanına gidene kadar mevsimler bile değişiyor. Bu kadar yavaş hücuma çıkılır mı ? Dia gibi, Stoch gibi hızlı çıkmaya kalkan oyuncu olduğunda ise yanında kimseyi göremiyorlar zaten...

Bu maçta bir şey daha görüldü ki, o da Emre gibi bir oyuncu olmadı mı Fenerbahçe çok daha yumuşak bir görüntü çiziyor. Karşılarında Yunus Yıldırım gibi de rakibin sertliğine prim veren ve kartlarını esirgeyen bir hakem oldumu daha da oyundan düşüyorlar... Mücadele anlamında bu maçta öne çıkanlar başta Gökhan Gönül sonra da Topuz'du...

Gökhan Gönül demişken altını kalın çizgilerle çizmek gerekir... Onu sahada seyretmek çok büyük bir keyif. Giydiği formayı terinin son damlasına kadar ıslatan ve yüreğini ortaya koyan büyük bir futbolcu. Müthiş bindirmeler yapıyor ve her yere yetişmeye çalışıyor. Türkiye'de henüz onun ayarında bir bek yok. Ne yerli ne de yabancı... 86.dakikada gitti rakip alanda pozisyon yarattı gözümü açıp kapayana kadar geri dönmüş ve defansta yerini almıştı bile... Fenerbahçe'li oyunculara Gökhan'ın nasıl mücadele ettiğini, topa (rakibe) nasıl bastığını tek tek anlatmalı... Helal olsun Gökhan'a...

Son söz ise elbette Comandante'ye... Israrla Alex'e laf söyleyenler... Siz konuştukça Alex ayaklarını hatta ayaklarından fışkıran futbol zekasını konuşturmaya devam ediyor... Siz Alex'e laf ettikçe bakıyorum Alex daha fazla zirveye çıkıyor... Türkiye Süper Ligi'nde onlarca golcü arasından bir kez daha krallığa koşuyor... Varsa Alex'den daha iyisi konuşun, yoksa lütfen artık susun...

Kritik 3 puan Alex'in frikiğiyle geçildi ama görülüyor ki, bu takımın üstünde o Mayıs ayının lanetinin psikolojik etkileri halen sürüyor... Bu etki Ligin 2.yarısında Kadıköyde alınacak Trabzonspor galibiyetiyle son bulabilir. Şimdi hep birlikte buna hazırlanmak gerek.

5 Aralık 2010

Fener 45 dk oynuyor, maçlar ise 90 dakika.

Geçen hafta Belediye'yi yenmenin morali ve ligde üst taraftaki safların sıklaşması ile birlikte Kadıköy'e koşan ve soğuğa aldırmayan coşkulu taraftarının desteğiyle oyuna başlayan Fenerbahçe, Alex'in ele avuca sığmayan futboluyla ilk 20 dakikada 2-0'ı buluverdi. Uzun zaman sonra Kadıköy'de coşkulu bir taraftar görmenin keyfi ile ve bu taraftara teşekkür edercesine pozitif futbol oynamaya çalışan bir Fenerbahçe izliyorduk tribünde... Paslarıyla, yardımlaşmasıyla ve kaptan'ın her yere yetişmesiyle Fenerbahçe oldukça etkiliydi. Tüm bunlar ilk 45'de yaşandı ama önemli olan ise ikinci yarılarda ne yapacağıydı Fenerbahçe'nin.

Kronik hastalık gene ikinci yarıyı vurmuştu. Kadıköy'de bilindik sahne geri döndü. O ilk 45'de coşkulu oynayan, top tutan, pas yapan takım kaybolmuş yerine meşin yuvarlağı da alanları da rakibine bırakan, cansız, durgun Fenerbahçe gelmişti ve her zamanki gibi rakip de yine golü buluvermişti... Fenerbahçe'nin birçok maçında olduğu gibi yine bir Dejavu yaşanıyordu ikinci yarı... Tribünlerin de coşkusu kaybolmuş, sinirler geriliyordu...

Oysa Aykut Kocaman'dan bir hamle bekliyorduk. Özellikle ilk 45'de oyunda olmayan 2 isim vardı; biri Niang diğeri de Stoch'tu... Ama hoca onları uzun süre oyunda tuttu. Özellikle de Niang'ı... Geçen haftaki yazımda şöyle demiştim ; “Niang mı iyiydi o kadar uzun süre oyunda kalacak kadar? yoksa Semih mi kötüydü bu kadar geç oyuna girecek kadar ?” Yine anlamadım. Umarım Hoca bunun cevabını biliyordur. Sakatlıktan çıkan Niang'ın dermansız ve çıtkırıldım hâli, Semih'e yine haksızlık olarak dönerken takımı da eksik bırakıyordu. Niang'a bu kadar uzun süre verip, daha sonra onu sola çekmek ne kadar mantıklı bilemem ama ben aynı fikirde değilim hocayla....

Diğer isim ise Stoch... Sezon başı onun Fenerbahçe'ye transferine çok sevinmiştim ama gittikçe performansının düştüğünü görüyorum. Stoch gol atmayı çok seviyor ve istiyor bu yüzden bu kadar çizgide oynamaktan memnun değil sanırım. Birkaç pozisyonda pas yerine şut deneyince arkadaşlarını da küstürdü. Caner'le de çok uyumsuzlardı...

İkinci yarı Karabükspor'un akın akın gelmesine Kocaman'ın müdahalesi Stoch Selçuk değişikliği ile oldu. Böylece Hoca'nın yine orta alanı çok adamla savunma telaşı başladı. Oysa bu benim karşı çıktığım bir değişiklikti, sonuçta Fenerbahçe evinde Karabükspor'la oynuyordu. Defansif bir oyuncu ile savunma yapma telaşına düşeceğine keşke Dia'yı orada tercih etse ve Niang'ı da sola monte edeceğine yanında oturan gol kralı Semih'le değiştirseydi ve skoru tutma yerine arttırma hamlesini yapmış olsaydı, tribünde çok daha keyif alacağımız kesindi...

İkinci yarı Fenerbahçe'nin durmasında Alex faktörü gözardı edilemez. Alex durunca Fenerbahçe'nin oyunu bu kadar düşmemeli... Oysa ilk yarı tek başına Alex her yere girip oynadı, coştu coşturdu ve 1 gol 1 asistle yine geceye adını yazdırdı...

Gece'nin öne çıkan diğer ismi ise 1,5 yıldır eleştirdiğim Christian'dı. Onu burada öveceğime ben bile inanmazdım ama bugün bir mucize oldu ve Christian altı pastan gol bile kaçırdı. Gözlerime inanamadım. Yine geçen haftaki gibi ilerideki baskısı Fenerbahçe'ye gol kazandırdı. Demek ki, 1,5 yıldır Christian'ı boşuna eleştirmemişiz. Taraftar biraz Christian'ı uyarınca ve Brezilya'lı solbek kankası kesik yiyince pabucun pahalı olduğunu anlamış belli ki. Belki de Selçuk'un geri dönmesi veya Gökay'ın futbolu onu uyandırdı. Umarım böyle devam eder. Ama ben yine de yabancı kontenjanında Christian'ı fazla bir isim olarak buluyorum.

Son sözüm ise rakipten ; Emenike... Yılan gibiydi, her deliğe girdi çıktı. Yobo Lugano ikilisine rağmen golünü attı ve bu ikiliyi iyi hırpaladı.Çokta süratliydi. Sene sonu çok para yapacak...Erken davranan alır...

Sonuçta Fenerbahçe ligde yukarıdaki safların sıklaşmasıyla yerini kaybetmemek adına kazanması gereken bir maçı kayıpsız geçti. Coşkunun artarak devam etmesi için kalan 2 maç mutlaka kazanılmalı ama maçların da 2 tane 45 dakikadan oynandığı unutulmamalı...

1 Aralık 2010

Futbol sahalarımızdan bir Alex adayı daha kaydı

İlk önce hangi futbolcuyla başladı bilmiyorum ama Türk futbol literatürüne “Alex ölçü birimi” sokulmuştu bir kere “şu futbolcu 10 Alex eder” sözüyle...



Ricardinho’lar, Kleberson’lar, Marcelinho’lar, Lincoln’ler, Tabata’lar, Alanzinho’lar, Misimoviç’ler, Delgado’lar geliyor gidiyordu... 10 numara formalar havalarda uçuyor, biri 5 Alex yapıyor, diğeri 10 Alex ediyordu...

En son Elano’da gitti işte sessiz sedasız...

Ne de güzel söylemişler ; “her sakallıyı deden sanma” diye...

Giden gidiyor da, Alex burada ışıl ışıl parlıyor ve ona laf söyleyenlere inat gollerini de asistlerini de her maç parlatıyor... 

İşin enterasan yanı hepsi gelirken 3-5 Alex ediyorlar da, giderken hepsini toplasan 1 Alex etmiyor işte...

Sahi, Alex koşmuyordu ama değil mi  ?

28 Kasım 2010

Alex çıkarsa yerine kim girmeli ?


Aykut Kocaman geçen hafta futbolcularını protesto eden taraftarına şöyle demişti ; “Hiçbir oyuncunun böyle bir protestodan sonra performansları arttığı görülmemiştir.” Belli ki hocanın çalışmadığı yerden gelmişti soru ki, cevabını bir hafta sonra Christian vermiş oldu. Bu satırları yazan adam olarak bugüne kadar Christian hakkında hiç olumlu yaz(a)madım. Ancak geçen hafta protesto dakikalarından sonraki zaman diliminde ve Belediye maçında gördük ki, Christian'da ileri çıkabiliyor ve ileride baskı kurabilip, pozisyon yaratabiliyormuş ve nihayetinde performansı artabiliyormuş.Üstelik bunu ilk kez yapabiliyormuş.

Elbet bu yazdıklarımdan üzerinde çubukluyu ve göğsünde Fenerbahçe amblemini taşıyan oyuncularını maç içinde yuhlamasını desteklediğim çıkmasın taraftarın. Yıllarımı verdiğim tribünlerde hayatım boyunca bunu yapmadım, ama futbolcularında üzerlerinde taşıdıkları formanın çubuklu, ve göğüslerinde ki amblemin de Fenerbahçe olduğunu unutmamaları gerekmektedir ve taraftarın yeri geldiğinde “uyarı” yapacağı da bilinmelidir. Anlayan anlayacaktır da zaten... Burada Christian'ın iyi futbolunu yazdığımı hiç görmedim ama dün ilk defa iyiydi, yaratıcıydı ve sonuca yönelikti oyunu. Sonuçta, ister protestolardan deyin, isterseniz yanında her deliğe koşan, basan, yakalayamazsa da terlik fırlatan genç Gökay'dan utanması deyin ne derseniz artık...

Maç Olimpiyat Stadında bir de Belediye ile olunca ister istemez kaç puan bırakacağımızı düşünerek başladık maçı seyretmeye. Niang'ın dönüşü Semih'i yedek bırakmıştı ama Niang'ın hâlâ sakatlık öncesi performansına ulaşamadığını Guiza vari golleri kaçırınca anladık. Niang o kadar uzun süre oyunda kalacak kadar mı iyiydi yoksa Semih bu kadar geç oyuna girecek kadar mı kötüydü ben çıkamadım bu işin içinden. Üstelik Niang'ın maç içinde beni değiştirin diye devamlı kenarı kesiyorken bir de penaltıyı kullanması Niang adına nazarlık olur inşallah...

Fenerbahçe böyle bir stadda bu rakibe karşı daha önce yapamadığını yapıyorsa bu büyük mutluluktur. Ancak daha önce de dediğim gibi Fenerbahçe'nin üzerine yapışan bir hastalıktan derhal kurtulması gerekiyor. Fenerbahçe golü attıktan sonra rakipleri biliyor ki bu maçı çevirebilirler. Büyük takımsanız rakibinize golü attıktan sonra onu bitirmelisiniz. Dün İbrahim Akın'a dua etmeli Fenerbahçe. Onun kaçırdıklarının Fenerbahçe'nin 3 puanında payının büyük olduğunu unutmamalı. Bucaspor'dan bile 2 golü bu hastalık takıma yedirmişti... Bu maçta da 10 kişilik rakibe karşı maçın son dakikalarında puan kaybı olmaması için dua ettiğimiz bir gerçek...

Maç içinde gözüken detaylar ise Defansın yine bu kadar çok açık vermesinin yanında Caner'in hâlâ nasıl bir forma kaptığını tam olarak idrak edememesi başta geliyor. Koskoca Brezilya solbekini kesen genç bir adamın çenesinden daha çok ayaklarını konuşturup eksiklerini geliştirmesi gerekiyor. Caner'in net olarak Gökhan Gönül'ü örnek alması lazım. Yoksa kolay bulduğu formayı kaybetmesi de kolay olacaktır. Mehmet Topuz, uğruna hem ciddi bir servet hem de karizma harcadığımız isim... Mücadelesini, hırsına şapka çıkartıyorum ama yeri asla oynadığı yer değil, verimli de değil mutlu da... Her topu eveleyip gevelemesi ve “şimdi ne yapacak” diye beklenen adam... Genç Gökay ise bu maçta da yine görevini layıkıyla yapmanın gururunu yaşayacaktır ve yaşatacaktır... Mücadelesi ve her yere yetişmesi bana Emre abisinin oyununu hatırlattı...Bu maçta geçen haftaya göre daha da iyiydi üstelik. Aferin Gökay...Stoch verimsiz gözüktü ama onun çizgide oynamasında Kocaman mı ısrar ediyor bilmiyorum ama içeri girdiğinde çok daha etkili oynadığını görüyoruz. Keşke Alex'le çok daha yardımlaşabilse...

70'de yine Alex'i çıkarttı Aykut Hoca yerine ise Selçuk'u soktu. Belli ki kafasında 1-0 olsun bizim olsun vardı ama madem Alex'i çıkartacaktın hocam, yerine Semih'i soksaydın da topta bizde kalsaydı keşke. Alex'in olmadığı yerde Semih'in onun dublörlüğünü yaptığı “Semih de Souza” olduğu çok maç gördük be hocam...

Son sözüm ise hakeme. Ben hakem yazmam yazılarımda, çünkü pozisyon değerlendirilmesinin ekranda yapılmasına karşıyım. Ancak bir hakemin maçtan koptuğu durumu yazarım. Maçtan kopan hakem, kontrolünü kaybeden araba gibidir. Nerede duracağı kimi biçeceği hiç belli olmaz. Maçın hakemi maalesef böyleydi. İyi hakem gördüğünü çalan hakemdir.

Neyse, Fenerbahçe yarıştan kopmamak adına kendine lanetli gelen bir staddan ve zor bir rakipten 3 puanı aldı. Bugün keyifle derbinin tadını çıkartalım şimdi...

23 Kasım 2010

Fenerbahçe'nin yolu uzun

3000. golün coşkusuyla gelirken mabede, bu 3000 den kaçına şahit olduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Yanıtını bulamadan daha, büyük Kaptan 30.saniyede şık vuruşu ile adını bir kez daha yazdırıyordu Fenerbahçe'nin tarihine... Şüphesiz oynayanlar arasında şu anda tarihe en çok yakışan da bu isimdi açıkçası... Allah muhafaza ya Christian atsaydı o golü ???

Farkın geleceği belliydi belli olmasına ama asıl soru kaç gol yiyeceğiydi Fenerbahçe'nin ve güzel futbol beklentisiydi taraftarın konuştuğu... Çünkü geçmiş diyordu ki, Fenerbahçe golü atar ve kendi oyununu bitirir. Öyle de oldu açıkçası...

İlk uyarı da 45.dakikada Volkan'la karşı karşıya kalan 2 Buca'lının kaçırdığı topta geldi... 3 gol atan Fenerbahçe motorları kapatmış sahada yürümeye başlamıştı. Bu görüntü soyunma odasında bile kimsenin dikkatini çekmemiş olacak ki, 2.yarı da da Bucaspor pozisyonlar bulmaya, Volkan'da yine yalnız adam olmaya başlamıştı... Tribünler de gerilmeye...

Maçtan sonra taraftardan şikayet eden Aykut Kocaman'ın çözmesi gereken konulardan biri de futbol takımı ile tribünleri birbirlerine kenetlemesi olması gerekiyor. Bunu da futbolcuların iyiniyetle ve samimi bir şekilde yürekleriyle mücadele ettiklerini tribünlere hissetirmeleri ile ancak sağlayacak. Tabi bunun için de en başta Aykut Hoca adil davranmalı. Sahada elini taşın altına sokmayan oyunculara forma vermeyecek, verse bile devre arasında gerekiyorsa soyunma odasında bırakmasını bilecek... Çünkü tribünler bu akşam net olarak gösterdi ki, Fenerbahçe formasını layıkıyla taşımayanlara, formaya yüreğini vermeyenlere bu akşam ki gibi daha çook tepki göstereceğini belli etmiştir. Sonuçta oyunculardan Volkan bile serzenişte bulunabiliyorsa arkadaşlarından tribündeki taraftar çok daha fazlasını yapacaktır elbet... Bu gece bundan en çok Santos payını aldı ama diğer adaylar da az değil Fenerbahçe de...

Tüm bunlar olurken ve sahada hat-trick ile coşmuş Alex'i kenara alması ne anlaşılır ne de kabul edilebilir değildi..

Aykut Hoca maçtan sonra öyle veya böyle skor güzel derken, şu sorunun da yanıtını vermeli. Ligin dibine demirlemiş ve bugüne kadar sadece 5 gol atabilmiş ve oynadığı oyun futboldan başka herşeye benzeyen rakibinden nasıl bu kadar kötü 2 gol yiyebilmiştir ? Yediği goller de şansa falan değil tamamen Fenerbahçe'nin savunma zaaflarından ve fişi çekmiş oyuncuların vurdumduymazlığından kaynaklanmaktaydı. Üstelik yediğinden de fazla pozisyon verdi. Daha da acı olan Bucaspor gibi bir rakibin bile 3-1'den sonra maça ortak olacakmış gibi Fenerbahçe'ye kafa tutmaya çalışmasına müsaade ettirmiş olmasıydı takımın...

Fenerbahçe'nin gittikçe üstüne yapışan bir gerçek ikinci yarılarda oyundan düştüğü ve maçı ya da puanları kaybettiğidir...
Yazdıklarımdan farklı anlamlar çıkartanlar için açık olarak şunu söyleyeyim ; Fenerbahçe'nin bugün ki, rakibi Bucaspor yerine Kayseri, Antep, Trabzon, Beşiktaş veya avrupa takımı vs. gibi biraz daha güçlü takımlar olsaydı bugün yine puan bırakacaktı Fenerbahçe... Aynı daha önce bıraktıkları gibi...

Bugün maçın güzelliklerini de yazabilirdik. Alex'in nasıl da Türkiye'nin şu andaki en iyi futbolcusu olduğundan veya atılan gollerdeki organizasyonlardan, genç Gökay'ın harika mücadelesinden ve Niang'ın son 15'de ki harika gol ve asistlerinden de bahsedebilirdik ama tüm bu güzellikler Fenerbahçe'nin zaaflarının üstünü örtmemeli... Bu takımın yolu uzun... Kolay kaybettiğimiz şampiyonluklara çok zor ulaşılacağı unutulmadan çalışmaya devam etmeli...

12 Kasım 2010

"Gönül"süz futbolcu istemiyoruz

Geçen haftanın ilk 45'deki güzel oyununun morali ile fırtına gibi istekli oyuna giren Kanarya, dakika 1 gol 1 dercesine 1-0 önde başladı oyuna. Erken gelen gol taraftarın 6 Kasım'ın anısına “6” beklemesine neden olsa da ancak Es-Es'in de skora katkısıyla birlikte taraftara 6'yı seyrettirebildiler...

Maçın başlığını “Gönül'süz futbolcu istemiyoruz” diye seçtim çünkü oyun içinde adil olmayan bir mücadele paylaşımı sözkonusu... İnsan Gönül'ün, Topuz'un ve Emre'nin azmini mücadelesini görünce Christian'ın, Bilica'nın, Kâzım'ın umursamaz, ve mücadeleden yoksun hallerine isyan etmeden duramıyor... Son haftalarda Alex'in bile nasıl da mücadelesini arttırdığını hep birlikte görüyoruz. Alex bile vitesi arttırıyorsa, ciddi şekilde diğer oyuncuların sorgulanması gerekiyor...

Sezon başı Kocaman'ın adaletinden söz ediyordu futbolcular. Kocaman adaletinden taviz vermek istemiyorsa bu vurdumduymaz oyuncuları ve performanslarını arttırmayan oyuncuları kenarda oturtmalıdır... Bu sözlerim başta Christian ve Bilica'ya dır... Fenerbahçe'nin forması için, tribünde taraftarı için ruhuyla, kalbiyle azmiyle oynayacak futbolculara ihtiyacı vardır... Christian'ı gördükçe Selçuk'a laf edenler ne kadar pişmanlardır şimdi...

Maça bakarsak, ilk yarıdaki fırtınanın Alex'in maestroluğunda, Gökhan Gönül'ün sağ kanattan Topuz ile birlikte bitmek bilmeyen bindirmeleriyle başladığını göreceğiz. Onların güzel oyunlarına arka tarafta Emre'nin süpürücülüğü, önde de Semih'in iş bitiriciliği eklenince ilk yarıda seyri son derece zevkli bir Fenerbahçe ortaya çıktı... Gökhan için geçen hafta formu düşmeye başlıyor dikkat demişken tam 1 hafta sonra müthiş bir geri dönüş yaptı. Üstelik hafta içi sakatlığı olmasına rağmen.

Gökhan Gönül gecenin de, maçın da adamı oldu. Hem Eskişehirspor'u hem de Kadıköy'e çöken sis'i dağıttı... İkincilik kürsüsünü ise Alex ve “genç” Semih paylaşıyor... Alex'e laf edenler için devamlı söylüyorum; futbol bir temaşa ise Alex bunun başrol oyuncusudur. Onun ayaklarından fışkıran beynini her maç Kadıköy'de keyifle izliyoruz... Umarım sözleşmesi yenilenir ve devam ederiz onun paslarını ve futbol zekasını seyretmeye... Bu geceden sonra umarım Alex gitsin diyenler de biraz düşünürler... Topuz'u ise bu maçta artan performansı nedeniyle kutluyorum. İlk defa bu kadar çok şut denemesi yaptığı için de ayrıca tebrik ediyorum...

Ancak maçla ilgili anlamadığım bir konu ise Kocaman'ın Galatasaray karşısına bile daha ofansif bir kadro ile çıkarken neden Eskişehir karşısına Christian'lı defansif bir yapıyla başladığıdır. Keza, yine Lugano atıldığında oyundan Stoch'u çıkartıp Bilica'yı almasını da çok doğru bulmadım. Oysa 3-1 mağlup olan ve üzerine daha fazla gelmek isteyecek rakibine karşı Bilica'yı oyuna almaktansa Christian'ı biraz daha geri çekip Dia'yı oyuna sokup, seyircilere daha fazla pozisyon ve gol izletmek varken el bombası Bilica'yı alıp seyirciye neden ızdırap çektirdi anlamadım.

İkinci 45'in ilk 20 dakikası çöpe giderken ve Bilica o hataları yapıp seyircinin çıldırdığı dakikalarda gelen 4.gol Fenerbahçe'yi de Kocaman'ı da belki ipten aldı.

Bugün yorumcular veya gazeteler güzel olan şeyleri mutlaka daha çok yazacaklar. Ama maalesef bardağın boş olan tarafında Bilica'nın yaptığı hataların oyunu ciddi anlamda tehlikeye attığını, maç içinde koşmayan, elini taşın altına aynı oranda sokmayan futbolcuların olduğunu, çok fazla pozisyon verildiğini ve nedense Fenerbahçe'nin 2 farklı skorda bile avantajlı olamadığını görmezden gelmeyelim.

Tribündeki taraftarlar herşeyin farkında ve bu taraftarların son yıllarda kaç tane final kaybettiğine şahit olduklarını ve o kayıpların yarattığı travmalarıda kimse unutmamalı... İşte bu bilinçle gönlünü yüreğini Fenerbahçe'ye verecek futbolcularla devam etmeli Fenerbahçe...


orijinal hali için : http://blog.milliyet.com.tr/_Gonul_suz_futbolcu_istemiyoruz_/Blog/?BlogNo=273262

27 Ekim 2010

Zor ve kritik maçları kazanamayan Fenerbahçe

Bu maça gelirken aklımda 10 senedir her maç kazandığımız gerçeğinden daha çok Mayıs ayından beri kazanması gereken hiçbir final veya büyük maçları kazanamadığımız gerçeği vardı (Mayıs ayındaki Trabzon, Young Boys, Paok, Trabzon, Beşiktaş) Bu takım kazanması gereken ve kendisine “sert” yapıp önde kalabalık basan hiçbir takımı geçememişti.

Hagi ile ciddi bir moral motivasyonu sağlayan sarı kırmızılı camia, hafta başından beri yeteri kadar aşağılanmanın da verdiği artı motivasyonla maça çok agresif, hırslı ve önde basarak başladı. Bu baskıya nedense Fenerbahçe'de başta Stoch, sonra Dia ve nihayet Alex'in cevap verememesi ilk yarıda Galatasaray'ı ön plana çıkartmış oldu. Allahtan bu dakikalarda Volkan, Emre, Topuz ve 10 numara futboluyla Yobo direnç göstermektelerdi... Bu kadar direnç Galatasaray'ı durdurmaya yetmişti aslında. İkinci yarı nasıl olsa Aykut hoca sol tarafta yokları oynayan ve Caner'i çok yalnız bırakan Stoch'u ve Futbol'un mücadele ve defansif yönüyle pek ilgilenmeyen Dia'yı görmüş ve gereken müdahaleyi yapmış olacaktı nasılsa... Fenerbahçe koskoca orta alanı Galatasaray'a bırakmış önlerine de Emre ile Topuz'u Aslanlara yem yapmıştı. Hakkını verelim yine Topuz ile Emre'nin üstün performansları 1 puan'ı Kadıköy'de bırakmaya yetmişti...

Ama Aykut Hoca oyundan memnun olmalıydı ki görür dediğimizi görmemiş, ikinci yarıya da aynı kadro ile başlamıştı. Oysa Stoch çok verimsiz oynuyor Dia ise yetersiz kalıyordu. Alex ise Neil, Cana, Ayhan gibi isimlerin gösterdiği tekmelerden fena halde tırsıyordu !!! Hagi birde Barış'ı da oraya sokmuştu. Şüphesiz Neil hakem Yıldırım'dan torpilliydi ki 90 dakika maçı tamamlayabildi... Zavallı Niang tekme yemekten bitap düştü...

İkinci yarı ibrenin biraz Fenerbahçe'yi göstermesinin nedenleri arasında şüphesiz bu sezon bu kadar baskılı oynayan ve çok koşan Galatasaray'ın yorgunluklarının baş göstermesiydi, yoksa oyun açısından farklı bir görüntü değişikliği yoktu Fenerbahçe'nin...

Kenarda Hagi, ilk maç olmasının heyecanıyla devamlı oyunun içinde kalmak istedi hamleleriyle ancak Aykut Hoca'dan da daha agresif hamleler görmeyi arzulardık... Rakibin bu kadar çok topa sahip olmasına, tüm yükün orta alanda Topuz ve Emre'ye kalmasına, kanatların bu kadar ayrıcalıklı oyunlarına itiraz etmesini beklerdik. Ama olmadı...

Aykut Hoca'nın cevaplaması gereken soru şu olmalı ; Fenerbahçe'ye önde çok adamla baskı uygulayan, orta alanını kalabalık tutup, Alex'e tekmeyi gösteren bütün takımlara puan mı dağıtacağız... Yukarıda saydığım takımların dışında bu sene Kayseri'ye de puan veren Fenerbahçe'nin haftaya Bursa'dan 3 puanla döneceğine ne kadar inanıyoruz ? Bu maçları kazanamadan veya kazanacağına inandıramadan şampiyonluk çok ama çok zor...

Maçta Fenerbahçe adına öne çıkanlar ; müthiş bir oyun çıkaran Yobo ve Galatasaray'a direnen Topuz ile Emre ve kalede daima güven veren Volkan'dı...

Son sözüm ise Galatasaray'a... Son 10 senede 1 puan almayı başaran Galatasaray'ı tebrik ederim. 10 yıl sonra gelen 1 puan'a bu kadar sevinmek de neyin nesi bunu anlamadım ? Derbilerde 1 puana sevinme eylemini Beşiktaşlılar başlatmıştı Galatasaraylılar ise buna devam ettiler. Galatasaraylıların 0-0'a bu kadar sevinmeleri bana İngilizlerden 8 yemeye alışmış Milli Takımımızın 0-0'a sevindiği günleri hatırlattı...

Hele hele 1 hafta önce Dünyaca ünlü hocası kovulmuş Sabri'nin 0-0 biten derbi sonrası Fenerbahçe tribünlerini provake edip kendi seyircisine 3'lü çektirmesi ise Fenerbahçe ile rakibi arasındaki anlayış farkını ortaya koymuş olsa gerek. Sabri şampiyon gibiydi...

Bir saçmalıkta Fenerbahçe'den... Buradan yazıyorum; Allah rızası için biri bizi bu anonscu saçmalığından kurtarsın. Maç oynanırken anonscu hoparlörlerden tezahürat yapmaya kalkıyor. Bu ne rezalettir ? Fenerbahçe'nin böyle tuhaflıklara ihtiyacı yoktur. Umarım son olur...

Bir derbi daha bitti. Bakalım derdi ne kadar sürecek ?

İyi ki varsın ezeli rakibim ebedi dostum. Derbi Bayramın kutlu olsun...

18 Ekim 2010

Fenerbahçe kazanmaya alışıyor


Maç öncesi Fenerbahçe'nin rakiplerinin puan kaybettiği bu haftada istikrar adına, derbi öncesi moral ve özgüven adına alınacak 3 puanın çok önemli olduğunu biliyorduk. Bu nedenle Fenerbahçe için 1-0 olsun bizim olsun diyebileceğimiz bir maçtı Konyaspor maçı...

Aykut Hoca'da bu bilinçte olacak ki, Kayseri'de unuttuğu stoperlerini çifter çifter (Yobo/Lugano 11'de.Bekir/Bilica ise yedekteydi) Konya'ya getirmişti.Üstelik bu maçın bir diğer anlamı da, çok uzun zaman sonra Fenerbahçe'nin Brezilya fenomeninden yoksun bir kadroyla çıkmasıydı karşılaşmaya...
Maç sonunda görüldü ki, Brezilyalıların yedek bankına oturması hiçte haksız değildi. Sezon başından beri Christian takıntısından kurtulması gerektiğini yazdık durduk Aykut Hoca'nın. Bu Topuz Christian'ı, bu Caner Santos'u, bu Yobo'da Bilica'yı taça çıkartacaktır şüphesiz bu performanslarıyla...

Özellikle Topuz. Fenerbahçe formasını giydiğinden beri en efektif futbolunu oynadı 90 dakika boyunca. Günümüz futbolunda orta sahaların oyunu nasıl iki yönlü oynaması gerektiğini hepimize gösterdi. Ne zamandır aradığımız “Appiah” oldu bu gece...

Caner ise solda, Brezilya Milli Takımının solbekini kestiğinin umarım farkında olur ve her hafta üstüne koymaya devam eder. Maçın başında hakemden çok ucuz bir kart almasına rağmen, o da Topuz gibi Fenerbahçe forması altında en verimli oyununu oynadı.

Ziya Hoca'nın sert futbol anlayışına ve hakemin göz yummasına kurban giden Özer, talihsiz şekilde sakatlanıp yerini Semih'e bırakınca Fenerbahçe çok daha yaratıcı ve keyif veren bir takım görüntüsüne büründü. Ancak Niang Semih ikilisini takımda görünce futbol ulemalarının beklediği çift forvet beklentisi yerine Semih'in “de Souza” rolüne soyunduğunu izledik. “De Souza”lığını ise 1 gol 1 asistle gösterdi bize “Genç Semih”
Fenerbahçe adına şüphesiz öne çıkan pozisyonların içinde Dia'nın çok süratli ve açık alanda durdurulamaz oyunu vardı devamlı. Ziya Hoca'nın talebeleri Dia'yı tekmelerle durdurmayı seçince ve 70'den sonra kondüsyonu düşünce sahada Senegalli'nin şovunu eksik seyretmiş olduk. Ancak birkez daha Dia Niang ikilisinin uyumunu görmenin keyfini yaşadık...Darısı haftaya diyelim ve dilimizi ısıralım...

Sol tarafta ise Stoch'un maç eksikliği göze çarpsa da iyi niyetinden hiç kuşkumuz yok. Stoch'u Aykut Hoca'nın mutlaka daha fazla kullanması gerek. Bu maçta da özellikle buna dikkat etti Hoca onu 90 dakika sahada tutarak ve yerini sıklıkla değiştirerek. Stoch mutlaka Joker pozisyonunda devam edecektir. Attığı gol de yine çok güzel paslaşmalar gördük. Zaten bu maçta öne çıkan oyuncuların birbirlerine çok güzel duvar olmayı başarabilmeleriydi. Fenerbahçeli oyuncular tıpkı basket maçlarındaki gibi çok süratli şekilde topu verip alıyor ve “turnikeye” girip topu kalenin içine “bırakıyorlardı” adeta... Son maçların en keyiflisiydi bu gece Konya'da ki oyun...

2.yarıda Fenerbahçe'nin 2-3 farklı oyunu elinde tutması ve Konya'nın Özer'in ayağını kıran sert futbolunun etkileri başta Niang olmak üzere sakatlık korkusuyla birleşince oyun rölantiye girdi ve Hoca doğru bir hamleyle önce Niang'ı, sonra Dia'yı dışarı aldı ve oyunu böyle bitirdi. Hoca'nın bu süreçte genç Gökay'ı da oynatması alkışlanacak hareketiydi...

Fenerbahçe 24 golle en golcü takım ve ortalama 3 golle oynuyor maçlarını. 103 gollü sezonu hatırlatmaya başladı bize keyifle. Kimbilir o sezonun 29 golle “kral'ı” olan Kocaman bu kez hoca olarak kendi rekorunu tarihe gömer. (O sezon 8.haftada ki gol sayısı 18'di ve o sezon 19 takım vardı ligde ve gol ortalaması ise 2.86 idi)

Haftaya en değerli rakibinin karşısına 10 yıllık galibiyet ünvanının yanında bir de bu ünvanla da çıkacak Fenerbahçe sahaya ve umarım her 2 ünvanı da alıştığı gibi yürür gider...

3 Ekim 2010

Fenerbahçe'nin kadro yapısı şekilleniyor

Önce tribünlerden başlamak gerek ; Bir takım medya geçen hafta derbiye ilgi yok deme gafletinde bulunmuşlardı ama bırak derbiyi, gençler maçında bile en az 35-40 bin seyirci vardı tribünde. Demek ki neymiş, şartlar ne olursa olsun taraftarı her zaman yanındaymış Fenerbahçe'nin... Tabi bu arada tribünlerin coşkusunu doğru analiz etmek gerek. Ligin en çok gol atan takımın seyircisinin yüzünde bir hüzün bir mutsuzluk var, bir heyecan bir coşku ise yok denecek kadar az.... Futbolda oyuncuların ne kadar tribünlere ihtiyacı varsa bazen de tribünlerin; oyuncuların güzel ve coşkulu futbollarına ihtiyaçları olduğu apaçık ortada... İşte bu bilinçle, geçen hafta 6 gole rağmen beğenilmeyen Fenerbahçe'nin eksik olan organize futbol ve mücadele isteğini bu maçta gösterecekleri umuduyla yerimizi aldık tribünde...

İlk 25-30 dakika “işte böyle” dediğimiz dakikalardı. Fenerbahçe iştahlı ve diri başlamıştı oyuna ve çok daha organizeydi. Alex bile orta alanda adama giriyor ve bol bol faul yapıyordu ve bu dakikalar içinde biri direkte patlayan şutlar ve driblingleri peşpeşe izliyorduk...Takım arzuluydu. Gol de bu dakikalar içinde Caner'in adrese teslim çok akıllıca ve estetik dolu ortasıyla Niang'dan geldi. Caner demişken altını çizmek gerek bugün ki oyunuyla Santos'tan formayı kapmış görünüyor şimdilik.

Herkes Fenerbahçe'nin bu oyununu görünce skor'un geçen haftaki rakama ulaşabileceğini düşünüyorken erken gelen 2 farkın rehaveti çöktü takımın üstüne. Özellikle ikinci yarı iyice durdular ve yukarıda bahsettiğim taraftarı heyecanlandıracak, coşku yaratacak oyundan çok uzaklaştılar. Bu da takımlarından dominant bir oyun görmek isteyen tribünleri hayal kırıklığına uğratmış oldu. Özellikle maçın ilk 30 dakikasındaki oyun devam ettirilebilmiş olsa çok daha keyifli çıkacaktık tribünlerden...

Elbette Fenerbahçe üzerine koymaya devam ediyor. Aykut Kocaman'ın takıntılarından kurtulmaya başladığını görmek de güzel. Özellikle Christian'dan kurtulmuş olmak, son derece laubali ve sorumsuz Bilica yerine geride risk almayan ve çok ciddi ve konsantre bir maç çıkartan Yobo'yu görmek, Brezilya forması giyse dahi kendini Fenerbahçe'ye vermeyen Santos'u kesmiş olmak, başı her sıkıştığında Özer'e sarılmamak Kocaman'ın artılarıydı. Ancak rakibi 10 kişi kaldıktan sonra ve iyice yavaşlamış takımını hızlandırmak adına hamleler yapmasını bekledik hocadan ama bunlar gelmedi ve eksileri oldu....

Özellikle ilk gol Fenerbahçe adına çok güzeldi. Kalabalık bir şekilde atağa çıktılar ve Caner'in ortasında golü buldular... Fenerbahçe'nin mutlaka kalabalık hücuma çıkması gerekiyor. Belki TV'den fark edilmiyor ama sıklıkla atağa kalkarken topla giden oyuncunun aniden durmak zorunda kaldığını görüyoruz. Çünkü bir bakıyor ki yanında yöresinde kimse yok, onunla birlikte çıkmamışlar... O zaman da topun yönü değişiyor ve yan pas geliyor...

Bu maçta görüldü ki, kadro kurgusu yavaş yavaş oturuyor Fenerbahçe'nin. Dia sağda ve solda çok etkili ama görülüyor ki, kondüsyonu 90 dakikayı kaldırmıyor. Kondüsyonu artana kadar mutlaka erken değiştirmeli onu hoca. Dia'nın olduğu maçta Kâzım da oynarsa Fenerbahçe çok daha süratli ve çok daha ofansif bir takım olacaktır. İyi ve laubali olmayan bir Kâzım her zaman lazım... Burada Topuz'a çok iş düşüyor. Yerli isimlerden formaya en yakın olan kişilerden olmasına rağmen nedense üstüne koyamıyormuş gibi geliyor. Topuz'un hâlâ Kayseri'de ki günlerini bekliyoruz ama bulamıyoruz...Emre ise Şeytan kulağına...Onsuz olmaz...

Niang'a ise ayrı bir paragraf açmak lazım. Adam tepeden tırnağa golcü. Ama sadece golcülük yapmıyor; adam da geçiyor top da tutuyor, şut da çekiyor... Full aksesuar. Guiza'ya o kadar para verdik. 2 Guiza gelse 1 Mamadou etmeyecek anlaşılan...

Sonuç olarak Fenerbahçe kazanma yüzdesini arttırmak zorunda. Bu maç da 2 de 2 olması açısından çok önemliydi. Şampiyonluğun en büyük adayı olan Beşiktaş'ın rotasyonlu kadrosu yanında Fenerbahçe'nin kadro derinliğinden söz etmesi mümkün değil...Üstelik bu kadar sakatlık yaşayınca...

Milli maç arası yarayacak bu takıma. Kazanma serisi arttıkça camianın kaybettiği coşku'da, şampiyonluk için gereken sinerji de yakalanacak. Demek ki, herşey önce topçularda sonra hocalarda...

Hadi bakalım yolumuz açık olsun...



http://twitter.com/ahmetceliksungu

28 Eylül 2010

Eski açık 6 desene

Fenerbahçe’nin her dibe vuruşundan sonra karşısına bir Galatasaray maçı çıkar ve ilaç niyetine galibiyetler alırdı. İster birine çarpsın gol olsun, isterse şahlanıp şov yapsın, farketmezdi... Bu hafta da moraller sıfırdı, bitime 4 dk. kala derbi sevinci yerini hüzne bırakmıştı. Kul sıkışmazsa hızır yetişmez misali, kendisi yoktu ortada ama bu sefer ezeli rakibi stadını açmıştı motivasyon için. Belki de bu uğur’la, Kanarya’nın son kez çıktığı Ali Sami Yen’de vurduğunun gol olduğu bir maç izledik...

Ancak, kimse skoru görüp Fenerbahçe’nin şov yaptğını falan sanmasın... Kâbus demek yetersiz kalırdı ilk yarıdaki defansın içler acısı halini gördükten sonra... Bu maçta Kocaman’ı Christian sevdasından kurtardık nihayet, gelecek maçta da sanırım Bilica sevdasından da kurtaracağız... Rakipler hayalet Bilica’nın içinden geçip geçip tehlike yarattılar... Ligin sonuncusu takıma karşı bu kadar pozisyon vermek, bu kadar kolay goller yemek Fenerbahçe’nin “kocaman” sorunları... Bilica ile Lugano’nun bu kadar uyumsuz bu kadar dengesiz oynadıklarını görmemiştim. Sanki ikisi de Yobo nedeniyle streslilerdi, ikisi de Yobo’ya “kaybeden olmamak” ve formayı kaptırmamak uğruna akıl almaz hatalar yaptılar...Özellikle de Bilica. İkinci yarı Yobo girdikten sonra Lugano’nun biraz daha toparlandığını gördük...

Elbette bu dengesi bozuk oyunda orta da delik yaratmaktan başka bir iş yapmayan isimlerin başında da Topuz geliyordu. Topuz için tam düzeliyor dediğimiz anda yine vasat altı bir oyun ortaya koydu. Topuz bir türlü bir istikrar sağlayamıyor. Santos içinse, aklının Brezilya’da olduğunu söylemek gerek. Bu adam burada hiç sorumluluk almıyor, ileri çıkıp katkı sağlamak peşinde değil. 3. Bölgeye ne bir destek ne de bir katkısı var. Yerini Caner’e bırakması kaçınılmazdı, öyle de oldu... Fenerbahçe’nin 6+2+2 saçmalığında ilk tercih edilecekler listesinde Christian ve Bilica’dan sonra Santos olmalıdır mutlak... Bu nedenle Stoch’un mutlaka daha fazla tercih edilmesi gerekiyor... Birkaç maç sonra bunu da göreceğiz zaten...

Bu takımın oyunun her anında yüzlerinden okunan bir gerçeği var; o da özgüven eksikliği ve kaybetme korkusu. Hocanın atılan bir gol sonrası ekrana yansıyan, sevinç yerine kızgınlığı ifade eden görüntüsü takımın bir türlü güven akordunu bulamadığını gösteriyor. Bu akordu Kocaman’ın daha ideal bir kurgu’yu takımın içine yerleştirdiğinde göreceğiz. Bu kesin... Yoksa golden sonra hocaya sarılmakla olacak iş değil...

Bunun için de öncelikle Kocaman sezon başı tercihlerini mutlaka gözden geçirmelidir. Verim alamadığı oyuncularda ısrar etmemelidir. Takımda Dia gibi, Stoch gibi süratli oyuncular varken mutlaka daha fazla süratli oyunun formüllerini ortaya koymalıdır. Dün akşam ki, 6 gole rağmen hoca’da dahil kimsenin pek sevindiğini görmedim... Bu kadar yavaş bir takıma kim sevinir ?

Alex konusu ise artık kabak tadı vermiştir. Kocaman’ın önderliğinde, medyanın desteği ile kendimize bir Alex sorunu yarattık. Bu saatten sonra artık Alex’in saha içi performansının düşmesine bir yorum getirmeyeceğim. Alex’i kaybettikten sonra anlayacağız değerini ve bakalım bu ülkeye ne zaman bir Alex daha gelecek ? Futbol temaşa sanatı ise Alex bunun en büyük sanatçısıdır Türkiye’de...

Bardağın dolu tarafından ise Dia ile Niang’ın müthiş uyumuna şahit olduk. Dia’nın Niang ile oynamasından aldığı zevki gördük. Dia’nın Niang’a özel bir saygısı, sevgisi gözlerinden okunuyor adeta. Dia sürati ve adam eksiltmesi ile bu Niang’a daha çok gol attıracaktır. Niang ise tahminlerimiz doğrultusunda gollerini atıyor ve daha da çok atacak. Bu adam golcünün ta kendisi...

Son sözüm ise, Fenerbahçe’nin dün akşam ki, beyni Emre Belözoğlu’na... Bu sene birçok maçta onun müthiş direncinin takımı ayakta tuttuğunu görüyoruz. Tam bir omurga görevi görüyor, dün akşam ki maçta da iyi ki vardı. Her yere yetişmeye çalışıyor ve bir kaptan gibi sahip çıkıyordu takımına. Attığı klâs gol ise akıl doluydu.

Fenerbahçe için ilaç niyetine bir maç oldu. Bir taraftar olarak en güzeli de rakibimiz için anlamlı ! olan bir skorla sahasına veda etmemiz oldu... Maç sonu Stadda hoş bir seda yankılanıyordu “Ku-lak-la-rın çınlasın”

“Eski açık 6 desene”


Ahmet ÇELİKSÜNGÜ

22 Eylül 2010

"Fenerbahçe Türkiye'dir" boşuna dememişler.

Yüzünü batıya çevirmiş Laikler, Din ve Milliyetçilik ekseninde birleşmiş muhafazakar kesim ve Özerk Federasyon isteyen Kürtler.

Sonuç ; 3 kutuplu Türkiye...












İlle de Alex’ciler, Yeni düzen Aykut’cular ve en nihayetinde Anti Aziz’ciler...

Sonuç ; 3 kutuplu Fenerbahçe...













Boşuna dememişler ;

Fenerbahçe Türkiye’dir, Türkiye Fenerbahçe :)

20 Eylül 2010

Alex'in oyundan çıktığı ama kazanamadığımız kaçıncı maç bu ?

1 Mayıs 2010 dan beri taraftarının önünde galibiyet alamayan Fenerbahçe, sezonun dirilişi için kazanma zorunluluğunda çıktığı maçta, bu teorinin aksine yine sezonun ürkekliği içinde topu rakibine bırakarak başladı oyuna.


İlk 15-20 dakika rakiple didiştikten sonra gelen gol, futbolcuların özgüvenini kendine getirmiş ve Kadıköy'de kaybetmeyeceklerini rakibe de tribünlere de hissettirmişdi... Golün rüzgarı ile üst üste gelen pozsiyonlar Fenerbahçe lehine farkın habercisiydi ve tribünleri heyecanlandırıyordu ama bu pozisyonların çok ciddi organize ataklarla oluşmadığı ciddi bir tartışmanın konusuydu. Rakibi daha çok kendi alanında karşılıyor ve uzun toplarla çıkmayı tercih ediyorlardı. Yine de ilk devre de soyunma odasına farklı gitmesi gerekiyordu Fenerbahçe'nin. Her maç gol yeme alışkanlığı olan Fenerbahçe için 1-0 daima riskli bir skor olmuştu... İlk yarı 4 net pozisyonun heba olması kolay anlaşılır değildi...

İkinci yarı Emre'nin sakatlanması için yorumum “Kim sakatlanırsa sakatlansın ama Emre kalsın” olmuştu ama yerine 45'de Aykut Hoca'nın jokeri Özer girmişti oyuna. Bu sefer Dia sola, Özer sağa, Topuz Selçuk'un yanına kaydı. Emre'nin yokluğu orta alandaki yaratıcılığı bir anda sıfırlamış oldu böylece. Bu yarı tribünde devamlı Aykut Hoca'nın maçı kazanma hamleleri yapmasını ve hocalık farkını böylesi bir derbide ortaya koymasını ve üzerindeki ölü toprağı atmasını bekledim ama o, ikinci yarının neredeyse tamamında takımının Beşiktaş'a topu bırakmasına izin verdi. Bu dakikalarda Hocanın Özer takıntısından başka Christian takıntısı olduğu da artık net olarak ortaya çıktı. Maç eksiği hissedilen ve yorulan Dia yerine hem top tutacak, hem rakibi eksiltecek hem de Alex'le çok daha uyum sağlayacak Stoch'u almasını bekledik oyuna. Fakat yine Alex'i çıkartıp yerine Christian'ı sokarak kafasındaki “direncli futbol”u ortaya koymayı tercih etti. Böylece Kadıköy'de Beşiktaş'a karşı Dia ve Niang'la kontra'ya dönme gereksizliği içine girdi. Oysa evindesin ve 1-0 galipsin ve 2'yi bulup rakibin heran fişini çekecek noktadasın. Üstelik Kadıköy'de derbilerde bariz üstünlüğün var neden takımını ileriye çıkarmıyorsun. Bu noktada Alex'in de içinde olacağı hücum gücünü Stoch'la birlikte kullanmasını bekledik durduk. Futbol acımasız ve atamayana atıyorlar işte... Tıpkı, Paok maçında olduğu gibi yine Fenerbahçe oyunun sonlarında kalesinde golü gördü ve değerli 2 puanı bırakmış oldu... Ve yine Alex çıkınca maçı kazanamadık. Sorunun Alex olmadığını anladığımız ve o çıktıktan sonra kazanamadığımız kaçıncı maç oldu bu ? Aykut Hoca'nın özellikle 2.yarı bu kadar mahkum oynayan takımını seyretmemesi gerekirdi. Büyük hocalık böylesi maçlarda belli olmalıdır mutlaka... Kazanacağı maçı vermemeliydi Hoca. Cesurlar bir gün ölür hocam, korkaklar ise hergün...

Volkan, maç içinde sakatlıklar geçirmesine ve penaltı yaptırmasına rağmen müthiş 2 top çıkarttı. Neredeyse penaltıyı da kurtaracaktı ama olmadı. Maç içinde Selçuk'u hepimiz seyrettik ve milyonlarca doların neden Christian'a verildiğine birkez daha hayıflandık...
Ve tabii ki Bilica; Bu oyuncu için her maç birşeyler demekten sıkıldım ve artık demeyeceğim de. Fakat şunu “kocaman” harflerle söylemek istiyorum; “Fenerbahçe forması Bilica'ya mı kaldı” Bu kadar laubali, bu kadar sorumsuz bir adam. Geçen maçtaki penaltı olayının dumanı tüterken bu sefer de kalenin arkasında tuhaf tuhaf geziniyordu... Maç içindeki riskli hareketleri de cabası... Bilica ne kadar faydalı olursa olsun, böylesi karakter problemi yaşayan oyuncuyu çubuklu içinde görmek istemiyorum.


Son sözüm ise, kendini Türkiye'nin en iyi taraftarı olduğunu sanan gruba; Ölmüş bir insan için saygı duruşu yapılırken “xxx....miş Fenerbahçe” diye bağırmayı büyük taraftarlık zannederek övünüyorlar. Kimse de ses çıkartmıyor...Ölmüş adama saygı duruşu bu, ayıptır yahu... Belli ki Çarşı saygı duruşuna da karşı...


Bu arada “biletler satılmadı” diye hafta içi bas bas bağıran medya ; umarım tribündeki 45bin kişi kulaklarınızı çınlatmıştır...


Neyse, Fenerbahçe için de, bizler için de zor bir sezon geçecek belli. Daha çok sıkıntılı maçlar oynayacağız ve umarım taşlar yerine oturur ve kazanmayı hatırlarız....

17 Eylül 2010

Ernst; "Beyaz Appiah"

2009 yılında Schalke'den 3 milyon Avro'ya Beşiktaş'a geldi. Geldiği sene Beşiktaş'ın 2 kupasında büyük emeği geçti. Dün akşam gitti denilen maçta 90.dakikada ceza sahasında müthiş yükselip 3 puanı getirdi. Orta alanda tam bir top işçisi... Mücadelesi, hırsı, azmi, kazanma aşkı bitmiyor. Hem defansta hem ofansta var. Şut desen o da var... 4 yıldır Fenerbahçe'ye bir Appiah bulamayanlara inat, bize zorla Christian işkencesi yaşatanlara inat, bu futbol emekçisini alkışlıyorum... Ernst "Beyaz Appiah"...



Bir zamanlar o vardı...
  

12 Eylül 2010

Kocaman; yenile yenile yenmeyi öğrenecek mi ?

İlk yarıyı seyrettikten sonra Fenerbahçe'nin bu maçı kazanacağını düşünmek çok hayalcilik olacaktı bizim için. Öyle bir ilk 45 izledik ki, yine daha önce ki maçlardaki gibi çöpe giden bir ilk 45 oldu... Belli ki Kocaman zorlu Kayseri deplasmanında rakibin Cangele ve Troisi gibi süratli ve kıvrak oyuncularından biraz fazlaca çekinmiş...Christian'ın 11'e girmesini bu teoriden başka bir şekilde açıklayamıyorum kendime...Sanırsın ki Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nde İngiltere de 1 puan'a çıkmış gibiydi. Bu kadar hücumdan uzak ve bu kadar kaleden uzak bir maç oynuyordu Fenerbahçe. Koca ilk 45'de ne şut, ne de korner atabildi rakip kaleye...

İkinci yarı başında Kocaman, çareyi Alex değişikliğinde arıyor ve Alex'i yine yem olarak atıyordu taraftarın karşısına... Sorunun Alex'de olmadığı 90 dakikanın sonunda birkez daha çıkmş oldu. Maç boyunca Fenerbahçe'nin ne oynadığı belli değildi. Oyuncu tercih hatalarının yanında birde evde unuttuğu stoper konusu vardı Aykut hoca'nın... İlk maçına çıkan Yobo sakatlanınca, iki gol kralının oturduğu kulubede stoper olmadığı anlaşıldı... Tek forvet oynamaya çalışan Fenerbahçe nedense kulübede 2 gol kralı oturtuyor ama stoperi bulunmuyor. Böylece Kayseri deplasmanında Lugano'nun yanına Selçuk Şahin geçmiş hepimizi birkez daha şaşırtmıştı... Bu değişiklik Fenerbahçe Yönetiminin kadro/transfer politikasının da net olarak plansız programsız yapıldığının da bir göstergesi oldu bizim için... Eğer bu takımda 4.haftada böyle bir deplasmanda böyle bir dakikada Selçuk stoper olarak oyuna girebiliyorsa kimse kusura bakmasın ama transferde hata yapılmıştır, o kadar...
Kayserispor özellikle golden sonra müthiş bir baskı kurdu ve Fenerbahçe'yi tamamen sürklase etti. Özellikle Volkan Fenerbahçe'yi bir hezimetten kurtardı. Maç boyunca Fenerbahçe'nin 11 kişiyle oynadığına bir türlü inanamadık. Maçta iyi oyuncu yoktu belki ama Christian'ın sahada olduğunu veya bu takıma ne kattığını bilen biri varmı ? Belli ki 6+2+2 saçmalığı Fenerbahçe'nin başını çok ağrıtacak. Christian sevdası Aykut Hoca'yı ne kadar götürür bilemiyorum ama umarım Aykut Hoca'yı yakmaz bu sevda... Çok basit mantıkla, Christian yerine Dia tercih edilir ve orta alana Emre'nin yanına Topuz konulabilirdi. Böylece Dia'da kendi kanadında oynayabilir ve Fenerbahçe'nin hücum gücü bu kadar düşük olmazdı...

Aykut hoca yüksek mağlubiyet yüzdesiyle oynamaya devam ediyor ve her hafta devamlı takım kurgusuyla-kadrosuyla oynuyor... Milli maçtan gelen oyuncuların yorgunluğu ne kadar etkiledi takımı bilmiyoruz ama futbolcuların saha içi yerlerinin bu kadar değişmesinin bir avantaj getirmediği ortada.

Son sözüm ise Emre'ye... Seni övmeye gelmiyor, bir hafta sonra tuhaf hareketler yapıp herşeyi berbat ediyorsun. Yerdeki adama ne diye top atıyorsun anlamış değiliz. Bırak artık bu tavırları, kaptanlık yaptığın takımın efendisi ol artık...

Neyse, Fenerbahçe bir deplasmandan daha puansız dönüyor. Haftaya silkinmek için iyi bir derbi galibiyetine ihtiyacı var bu takımın. Üstelik 1 Mayıstan beri Kadıköy'de seyircinin karşısında galibiyeti yok Fenerbahçe'nin... Yenile yenile yenmeyi öğrenecektir bu takım diyor ve umutla bekliyoruz...